Bu yazı Feminist Tahayyül Akademik Araştırmalar Dergisi'nde Haziran 2021 yılında yayımlanmıştır.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden rahatsızlık duyan sanatçıların ürettikleri eserlerin henüz feminist sanat olarak adlandırılmadığı yıllarda, Louis Bourgeois’nın feminist sanat tarihinde öncü olarak anılmasını sağlayan, şüphesiz kendisinden yola çıkarak ürettiği eserleridir. Kişisel deneyimlerini yansıtmak ve kendisini rahatsız eden duygularla yüzleşmek için ürettiği kimi eserleri, sadece Bourgeois’in değil, kadınların his ve yaşantılarını da anlatır. Sanatçı başları ev, gövdeleri kadın bedeni olan Femme Maison (Ev Kadın) çalışmalarını, 1946-47 yıllarında Amerika’da yaşadığı dönemde, anne ve eş gibi vasıflarının sanatçı kimliğinden ağır bastığı bir dönemde üretir. Bourgeois 1947 yılında ürettiği Ev Kadın çalışmasında , başı ev olarak tasvir edilen kadın bedeni el sallarken, kadının ev içindeki rollerine uyumlu davrandığını, hatta rol yaptığını ve belki de mutluymuş gibi göründüğünü mü anlatmaya çalışıyordu? Anlatıları, New York sanat camiası tarafından uzun yıllar görmezden gelinse de üretmeye devam eden sanatçı, “kadın sanatçıların yok sayılamayacağının ispatı için yapmaları gereken tek şeyin azimle devam etmeleri” olduğunu söyleyerek belki de kendi azminin kaynağının da “asla vazgeçmemek” olduğunu belirtiyordu.
(2) Femme Maison - Louis Bourgeois, 1947 / MoMa https://www.moma.org/collection/works/136096
1960’lı yılların sonlarında feminist sanatçılar, Bourgeois’nın eserlerinde işlediği; kişisel deneyim, kadının toplumdaki konumu ve kadın bedeni gibi temaları genişletti. Feminist sanat akımı altında bir araya gelen bu sanatçılar, toplumsal cinsiyet eşitsizliği mücadelesini sanatlarının bağlamı haline getirdiler. Toplumsal cinsiyetle ilgili temalar, özellikle Simone De Beauvoir’ın “İkinci Cins” kitabında yer alan kadınlığın bir inşa olduğu tespitiyle sanatın da konusu haline gelmeye başladı. Feminizmin ikinci dalgasının en önemli yol göstericilerinden “kişisel olan politiktir” vurgusu ve “bilinç yükseltme” pratikleriyle kadınlar toplum tarafından konuşulması yasaklanmış her türlü konuyu (aile içi şiddet, cinsel haz alma tercihleri vs.) birbirleriyle paylaşmaya başladılar. Farkındalık yaratmaya yönelik bu pratik, hem toplumsal cinsiyet eşitsizliği mücadelesinde kadınların bilinçlenmesi hem de paylaşımlarla kadınların yalnız olmadıklarını hissettirmesi açısından önemliydi. Her ne kadar feminizmin ikinci dalgası 70’li yılların sonlarında bitse de bu dönemin birinci kuşak feminist sanatçılarının feminist teoriyle aynı paralellikte ele aldığı beden, cinsellik ve özel alan gibi meselelerle mücadele hala bitmiş değil ve aynı feminist pratikler bugün de kullanılmaya devam ediyor.
Bu yazıda yukarıda kısaca bahsettiğim feminist teorinin “kişisel olan politiktir”, “bilinç yükseltme” ve “kadının bedenine yabancılaşması” kavramları etrafında, Eylül 2020 tarihinde K2 Güncel Sanat Merkezi’nde açtığım “Git Üstüne Bir Şey Giy!” sergime giden süreci, feminist pratiklerin sanatsal sürece olan katkısını, bedenin eserlerdeki temsili, içselleştirilen davranışların ifşası, kişisel olanla toplumsal olan arasında ilişki kurma biçimlerini ele alarak aktarmaya çalışacağım.. Elbette yazıya başlarken kendinden yola çıkarak gerçekleştirdiği eserleri, sözleri ve cesaretiyle beni çok etkileyen Louis Bourgeois’dan bahsetmeden geçemezdim. Kişiselden yola çıkarak üretilen sanat eserleri, başkalarına da sorular sordurabildiğinde önemli izler bırakıyor çünkü.
Fotoğrafçı ve lens temelli görsel sanatçı olarak dert edindiğim konulara odaklanıyor, özellikle toplumsal cinsiyet eşitsizliği üzerine feminist sanat alanında üretimler yapmaya gayret ediyorum. “Git Üstüne Bir Şey Giy!” sergisi de feminist teorinin “Kişisel olan politiktir” şiarından hareketle kişisel deneyimlerimden yola çıkarak kadın kimliğinin inşasında kadınların geçmiş deneyimlerinin, içselleştirilen davranışlarının izlerini araştırarak görünür kılmaya çalıştığım video, yerleştirme ve fotoğraflardan oluşan bir çalışma olarak ortaya çıktı. Sanatsal süreci feminist pratiklerden yola çıkarak oluşturulan çalışmadaki imgeler kavramsal çerçevesini Luce Irigaray’ın “Eril öznenin bakışı ve görmesi kadın bedeninin bastırılmasını da beraberinde getirir” tespitinden ve kadınların öz varlıklarının ikiye bölündüğünden bahseden John Berger’in “Görme Biçimleri” kitabındaki şu cümlelerden alıyordu: “Kadın hiç durmadan kendisini seyretmek zorundadır, her zaman kendi imgesiyle dolaşır. Bir odada yürürken ya da babasının ölüsünün başucunda ağlarken bile ister istemez kendini yürürken ya da ağlarken görür. Böylece kadın içindeki gözleyen ve gözlenen kişilikleri, kadın olarak onun kimliğini oluşturan ama birbirinden ayrı iki öğe olarak görmeye başlar”. Eril dünya tarafından dayatılan kadının kendisini zorunlu görme biçimleri ve “kadının doğası gereği” mitleri, onun tam olarak bedenini olduğu gibi kabul edememesine ve bastırmasına neden olur. Çünkü kadın, kendi içinde gözlemci bir erkek ve gözlenen kadın kişilikleriyle birlikte yaşamak zorunda kalır. Kadınların kendilerini sürekli seyrettikleri bir aynayla yaşadıklarını farkına vararak bunun öncelikle kendileri tarafından dönüştürülmesinin gerekliliği serginin ana eksenini oluşturmaktadır.
Simone De Beauvoir’ın “Kadın doğulmaz, kadın olunur” tespitinden yola çıkarsak, kadınlık inşasında eril bakışın haz nesnesi olarak kadının kendi bedenine hapsedilmesi, kaçınılmaz olarak çocukluk yıllarından başlıyor. Kadınlar erken yıllardan itibaren bedenleri üzerinden ikazlar alarak yetiştiriliyor, bu da kadınların bedenlerine yabancılaşmasını beraberinde getiriyor. Cinsiyet de en çok beden üzerinden ele alınan bir kavram. Pazar ekonomisi de bedeni nasıl olduğu üzerinden değil nasıl olması gerektiği üzerinden işliyor. Bu durumda beden tüketim nesnesine dönüşürken, en büyük yabancılaşma da beden üzerinden gerçekleşiyor.
“Git Üstüne Bir Şey Giy!” çalışmasının görsel anlatıları, bedenimi bir temsile dönüştürerek kuruldu. Kadınların içselleştirdiği davranışları hafıza kayıtlarıyla açığa çıkarma girişimini; bu davranışlarla yüzleşmeye, bu davranışları reddetmeye ve kadınların kendi bedenlerine yabancılaşmalarına karşı bedenleriyle bütünleşmesi gerektiği üzerine yoğunlaştı. Temelde çalışma şu sorulardan yola çıktı: Acaba kadınların hafızalarında yer eden, bedenlerine yapılan ilk ikaz neydi? Bedenine yabancılaşmasına sebep olan bu uyarının hafızasındaki karşılığı aynı zamanda bunu dönüştürmesine de yardımcı olabilir miydi? Kadınların bu “hatırlama” anlarının toplamı bir araya geldiğinde neler söylerdi? Elbette ilk olarak bu soruyu kendime sordum. Çocukluğumda bu uyarılarla ilgili hangisini hatırlıyordum? İlk aklımıza gelen, şüphesiz bizi en çok inciten oluyor, hatırladığımız o “uyarı” anının şaşkınlığı ve utanç duygusunu da içimizde hissediyoruz.
Bir grup sanatçı arkadaşımla feminist sanat ve fotoğrafta temsil üzerine kendi aramızda atölyeler düzenliyor, okumalar yapıyor, tartışıyorduk. “Git Üstüne Bir Şey!” çalışması da böyle bir atölye sırasında, 2016 yılında Şehlem Kaçar’ın “Terapötik Fotoğraf ve Otoportreler” atölyesinde başladı. Kavramsal çerçevesini oluşturduğum çalışma için ürettiğim bazı fotoğrafları atölyeye katılan diğer sanatçı arkadaşlarımla paylaşarak, onlara da aynı soruları sordum: “Bedeniniz üzerinden size yapılan ilk ikaz neydi?” Herkes çocukluk yıllarında bedenleri hakkında yapılan uyarıları hatırlamaya ve içini dökmeye başlamıştı. İçimizden dökülenler bütün odayı doldurmuş, bu uyarıların günlük hayatımızdaki davranışlarımızı nasıl etkilediğini, bunları nasıl içselleştirdiğimizi saatlerce konuşmuştuk ve elbette o gün yaşadığımız kendiliğinden oluşan bu "içini dökme hali" de çalışmanın “Hatırlama” bölümünü oluşturmuştu. Çalışmaya katılan on sanatçı arkadaşım Dilara Kızıldağ, Gülnaz Bingöl, Hale Güzin Kızılaslan, Meryem Güldürdak, Nesrin Ermiş, Nurgül Öz, Serra Akcan, Sinem Parlak, Sezgi Abalı, Şehlem Kaçar serginin bu bölümü için kendi metinlerini yazdılar ve metinlere karşılık gelen imgeleri ürettiler. Metinleri ilk okuduğumda birçok farklı hatırlama kaydının yanı sıra, benzer güçlendirici cümlelerle karşılaştım. Metinlerden alıntıladığım bazı cümlelerle yeni bir metin kolajı oluşturarak “hiç kimsenin hikayesi ya da herkesin hikayesi” adıyla sergiye yerleştirdim.
Sanatsal sürecin sağaltıcı ve dönüştürücü etkisinin yanı sıra feminist pratikleri uygulayarak kendimizi sanatsal anlamda geliştirmek için düzenlediğimiz atölyenin sonucunda ortaya çıkan bu kolektif bölümün kendisi çok kıymetliydi. Serginin “Hatırlama” bölümünde aynı zamanda, sergiye gelen izleyicilerin kendilerini görebilecekleri, onları da “Hatırlama”ya teşvik eden bir ayna ve bir defter bulunuyordu: ”Hatırlama Defteri”. Çocukken sevdiklerimize yazdırdığımız hatıra defterlerinden, hatırlayarak kendimizi dönüştüreceğimiz, yalnız olmadığımızı bize hissettirecek hatırlama defterine… Tüm bu seslerin bir araya gelmeleri, kadınların yaşadıklarının aynılığına dikkat çekerken, aynı zamanda bize yalnız olmadığımızı da söylüyor; sergi, bedenimizle bütünleşmek için bir adım atmayı öneriyordu.
(7) Şaman inancına göre kötü rüyalar suya anlatılır. Çünkü su yargılamaz, dinler ve arındırır.
Serginin diğer bölümlerinde ise kendi kişisel deneyimimden yola çıkarak, çocukluğumda bedenim üzerinden yapılan hatırladığım ilk ikazı dönüştürmeye ve bedenimle bütünleşmeye çalışıyorum. Alegorik imgelerden de yararlandığım “Yüzleşme” bölümünde, içindeki gözetleyen kişiliğiyle yüzleşerek, bedenini özgürleştirmeye çalışan bir kadın temsili yaratmaya çalıştım. Serginin “Reddetme” bölümünde ise üzerime kat kat giydiğim bana dayatılan tüm giysileri, bu ikazı aldığım mekanda (sahilde) tek tek çıkararak kurtulduğum bir performans videosu yer alıyor. “Suya Anlat” isimli bu çalışmada çıkarılan her bir giysi bize bedenimiz üzerinden dayatılanları temsil ediyor. Her ne kadar bazı erkek izleyiciler “videoda tamamen soyunmadığım için beni yeterince cesur bulmadıklarını” ima etmiş olsalar da, bu performans videosunun, sergi metninde yazdığı gibi benim çocukluk hafıza kaydıma bir gönderme olduğunu ve bedenimin ne kadarını göstereceğime kendimin karar vereceğini de sabırla anlatmaktan vazgeçmedim. Elbette tüm bunların benim için sağaltıcı bir etkisi olduğunu söylemem yanlış olmaz. Ve biliyorum ki, kadınların kendilerinden yola çıkarak anlattıkları her hikaye, diğer kadınların da yalnız olmadıklarını hissetmelerini sağlar. Çünkü hepimiz benzer şeyleri yaşadık. Bunları gün yüzüne çıkarmak için anlatılarımızı erkeklerle çevrili dünyada, onların kurallarıyla ve kabulleriyle kurmak zorunda değiliz. Çünkü biz anlattıkça çoğalıyoruz, anlattıkça güçleniyoruz.
Yazıyı Rebecca Solnit’ten bir alıntı yaparak bitirmek istiyorum:
“Bazı kadınlar her seferinde biraz, bazıları ise tek seferde silinir. Bazıları yeniden görünür. Görünür olan her kadın, onu görünmez yapan güçlerle mücadele eder. Kendi hikayesini onun adına anlatan, onu hikayenin, soyunun, insan haklarının, hukukun dışında tutan güçlerle mücadele eder. Kendi hikayenizi kelimelerle, görüntülerle kendinizin anlatması zaten kazanılmış bir zafer, bir isyandır.”
Anlatmaktan asla vazgeçme.
Bu yazı Feminist Tahayyül Akademik Araştırmalar Dergisi'nde Haziran 2021 yılında yayımlanmıştır.
Kaynakça:
(1) Fotoğrafçı, lens temelli görsel sanatçı. Beden ve cinsiyet temalı çalışmalarında kendi kişisel deneyimlerinden yola çıkarak, kadın kimliğinin inşasında geçmiş deneyimlerin, içselleştirilen davranışların hafızadaki izlerini araştırıyor ve görünür kılmaya çalışıyor. Hafıza, mekan; kent, birey arasındaki ilişkiye odaklanarak gündelik hayat ekseninde işler üretiyor. Sanatsal ifade aracı olarak fotoğraf, video ve kolaj kullanıyor. Kendine Ait Bir Yol - bir kentin psikocoğrafyası atölyelerini veriyor ve 2017 yılından beri çalışmalarını kurucularından biri olduğu bağımsız sanat inisiyatifi Sarı Denizaltı’da, İzmir’de sürdürüyor.
(2) Femme Maison - Louis Bourgeois, 1947 / MoMa https://www.moma.org/collection/works/136096
(3) Beauvoir, Simone (1993a). Kadın "İkinci Cins" : Bağımsızlığa Doğru (Cilt 3). (B. Onaran, Çev.) İstanbul: Payel Yayınları. / Beauvoir, Simone (1993b). Kadın "İkinci Cins" : Genç Kızlık Çağı (Cilt 1). (B. Onaran, Çev.) İstanbul: Payel Yayınları. / Beauvoir, Simone (2010). Kadın "İkinci Cins": Evlilik Çağı (Cilt 2). (B. Onaran, Çev.) İstanbul: Payel Yayınevi.
(4) “Git Üstüne Bir Şey Giy” sergisi, Eylül 2020 - K2 Güncel Sanat Merkezi (https://www.gunselibaki.com/gitustunebirseygiy)
(5) Irigaray, Luce (2006) Ben, Sen, Biz: Farklılık Kültürüne Doğru (Sabri Büyükdüvenci, Nilgün Tutal, Çev.) Ankara: İmge Yayınevi.
(6) Berger, John (1972) Görme Biçimleri (Yurdanur Salma, Çev.) İstanbul: Metis Yayınları - 21.basım, Kasım 2014
(7) Şaman inancına göre kötü rüyalar suya anlatılır. Çünkü su yargılamaz, dinler ve arındırır.
(8) Solnit, Rebecca (2014) Men Explain Things To Me: And Other Essays, Great Britain: Granta Publications. (Makale için İngilizce kitaptan alıntıyı çeviren: Günseli Baki)
Comments