Deniz Tapkan Cengiz'in Röportajı
Havva Zorlu bir hayvan foto muhabiri. Edindiği bu kimliği güçlendiren en önemli kurum belki de bizim de tanışmamızı sağlayan We Animals Media olabilir. Ben de 8 yıldır vegan bir yaşam süren, zooloji alanında tez yazmış ve hayvanları da kadrajına almış bir fotoğrafçıyım. Havva ile hayvan foto muhabirliği ve elbette bunun uzantıları olan hayvan sömürüsü, veganlık, hayvan refahı, kurban kültürü gibi konuları konuşacağız. T. S. Elliot “İnsan türü gerçeğin fazlasını kaldıramaz.” der. Öte yandan kaldıramayıp altında kaldığımız konular bizi değişime iter. Gerçeğin yüksek oranda vuruculuğuyla karşılaştığımız yerlerden biri kurban bayramlarıdır. Fotoğrafçı Havva Zorlu’nun 2022 yılında üzerine eğildiği konulardan biri kurban kültüründe hayvanların durumuydu. 3 gün boyunca farklı kesim yerlerinde çekim yapan Havva’nın görsellerine şuradan ulaşabilirsiniz:
Deniz: Sevgili Havva, öncelikle senin kırılma anını öğrenmek istiyorum. Et yemeyi farklı görmene sebep olan, bu doğru kabul edileni dönüştüren ânı bize tasvir edebilir misin? Ki bu âna ‘epiphany experience’ deniyor; güçlü bir farkındalık ile aydınlanma ânı. Hatta Sanskritçe bir karşılığı da var ‘ashrayapavaratti’; hayati bir değişiklik yaratan anlık kavrayış hali. Düşüncenin bu minvalde nasıl evrildiğini merak ediyorum.
Havva: Benim için bu konuda ani bir kırılma anından çok bir birikme sürecinin olduğunu söyleyebilirim. Çocukluğum bahçeli bir evde hayvanlarla bir arada geçti. Bahçemizde her zaman kedilerimiz vardı. Pazarlarda ve petshoplarda satılan hayvanları gördükçe de ailemin alması için ısrar ederdim. Balıklar, civcivler, ördekler ve tavşanlar besleyip büyüttüm küçüklüğümde. Hayvanları satın alıp bir kutu, bir oda ya da bir akvaryuma mahkûm bırakarak onlara neler yaşattığımı bilmediğim o dönemlerde onlarla kurduğum bağın bugünlerin temelini attığını düşünüyorum. Ben 10-11 yaşlarındayken pazardan aldığımız bir civciv büyümüş, horoz olmuştu. Sokaklarda kedi köpek gibi dolaşır, eve geri dönerdi. Bir gün mahalledeki bir çocuğu kovaladığını, çocuğun korkudan bayıldığını öğrendik. Bunun üzerine komşumuz horozumu kesti. Horozumun kesilmesine karşı hissettiklerimi içinde büyüdüğüm kültürün normlarıyla öyle örtmüştüm ki bu olaya karşı bir tepki gösterdiğimi bile hatırlayamıyorum. O akşam komşumuzun evinde kurulan sofraya büyük bir tabağın içinde horozumun kafası koparılmış bedeninin bir bütün olarak getirildiği anı çok iyi hatırlıyorum. Bu, kavrayış anım değildi ama kavrayış sürecimin başladığı an olabilir.
Vücutlarında boya izleri olan koyunlar Kurban Bayramı arifesinde bir kurban pazarında kalabalık bir ağılda duruyor. Kurban pazarları, Kurban Bayramı’nda kesilecek hayvanların satılması amacıyla kuruluyor. Türkiye, 2022. Havva Zorlu / We Animals Media
Deniz: Kurban bayramı gerçeği ile bir hayvan foto muhabiri olarak yüzleşmen çok sert bir şekilde oldu. Yetişkin haldeki yüzleşmenden önce çocukluk travmalarımıza bakmak gerekir diye düşünüyorum. İçinde doğup büyüdüğüm ailede dini öğretiler çok baskın değildi. Çocukluk dönemimde bir kaç kez kurban kestiklerini hatırlıyorum fakat hiç şahit olmadım. Belki de bilerek beni uzak tuttular. Sadece aklımda kalmış bir görüntü var: Hakkari’de askeri lojmanda yaşıyoruz. Kesim bitmiş. Ben de evden çıkıp parka oynamaya gidiyorum ve çocuk gözlerimle parkı kan içinde görüyorum. Çünkü yetişkinler kurbanlarını kesmek için ‘en uygun’ yerin çocuk parkı olduğuna karar vermişler. Sende ise çok daha fazla maruz kalma var bunlardan bahseder misin? Çünkü bu ülkede ortak bir çocukluk travmasıdır kurban bayramları, herkesin bir anısı vardır konuya dair.
Havva: Çok doğru, kurban bayramları hepimizin ortak travmalarından biri. Diğer günler et yedikleri halde kurban bayramında kesilen hayvanın etini yiyemeyen birçok yetişkin tanıyorum. Hatta bu anlamda kurban bayramlarının bazı kişilere gerçeği gösterme konusunda yardımcı bir rolünün olduğunu da düşünüyorum. Çünkü senede birkaç gün mezbahalarda yaşananlar görünür oluyor ve bazı insanlar sofralarına gelen etin birine, bir can’a ait olduğunu idrak edebiliyor.
İlginçtir ki ben kurban bayramlarıyla ilgili bilinç düzeyinde bir travmamı hatırlamıyorum. Hayvanlarla bir arada yaşadığımız bahçemize kurban bayramlarından birkaç gün önce dana ya da birkaç keçi gelir bayrama kadar misafirimiz olurlardı. Onları besler, birlikte vakit geçirirdik. Bayram günü sabah erken saatlerde, evin erkekleri bayram namazından sonra eve döndüklerinde “kurban” edilen hayvan bahçemizde kesilip, parçalanırdı. Hayvanın bedeninin bir kısmı parçalara ayırılıp dağıtılır, bir kısmı da bayram sofrasında yenirdi. O zamanlarda sorgulamayacak kadar normaldi benim için bu yaşananlar.
Bizim dinimize göre yenmesi uygun olan hayvanların bunun için dünyaya geldikleri ve acı çekmedikleri öğretilmişti bana. Başka bir ihtimali hiç düşünmemiştim. O evimizden taşınana kadar her bayram aynı şeyler yaşanırdı. Sonraki yıllarda ise kurban kesim alanlarına gidilmeye başlandı. Hayvanlar satın alındıkları alanlarda kesilip parçalara ayırılıp eve getirilirdi. Bu benim için bir ritüel haline geldiği için birkaç bayram babamlarla birlikte gidip, o alanlarda yaşananlara da şahit olmuştum. Hatta lise yıllarında bir bayram, fotoğraf makinemle gidip bizim için kesilen keçinin fotoğraflarını çekmiştim. Vejetaryen olduğum ilk zamanlarda bu fotoğraflara denk gelmiş, yaptığımdan utanıp silmiştim fotoğrafları. Şimdi o gözle çektiğim fotoğrafları çok merak ediyorum. Yıllar sonra bir kurban bayramı projesi üzerine bu röportajı yapıyor olmamız da çok manidar oldu.
Deniz: Carol J. Adams, Etin Cinsel Politikası isimli kitabında şöyle diyor:
“Çocuklar, hakim kültürün çiçeği burnunda gözlemcileri, gerçek anlamı es geçmeyen bir bakış açısıyla et yemeyi tartışmaya açarlar.” Bu minvalde bildiğim bir kısa film var. Elif Sözen’in yazıp yönettiği ‘Kutlama’ uluslararası alanda bir çok ödül almış bu hikaye yüreklerimize su serpecek bir bitişe sahip.
Deniz: İngiliz belgesel fotoğrafçıs David Hurn’ün görüşüne göre fotoğrafçılık sadece fotoğrafçıyı değil, dünyayı da geliştirmelidir. Bu nedenle kurban bayramı boyunca kaydetmiş olduğun görüntülerin çok değerli olduğunu, insanların bilincinin yükselmesi için önemli birer araç olduğunu düşünüyorum. İnançları gereği hayvanları kestikleri bir ortamda insanların tutumunu, varsa çocukların reaksiyonlarını bize bir hayvan foto muhabiri gözünden anlatır mısın?
Havva: Fotoğraflarım hakkında düşüncelerin için çok teşekkür ederim. Ben de fotoğraflarımın izleyicisini sorgulamaya yöneltmesini umut ediyorum. Bağlamdan uzaklaştığımızda fotoğrafta görünenin ne ve ne için olduğu üzerine düşünmek pek çok şeyi değiştirecektir. İnsanların aşina oldukları bu kültüre, inançlarına bu fotoğraflar sayesinde biraz daha yakından bakmalarını ve bir çocuk gibi gördüklerini sorgulamalarını çok isterim. Çocuklar olaylar karşısında gerçek tepkiler vererek, hepimizden daha cesur ve dürüst sorular soruyorlar. Sorularından çok etkilendiğim bir çocuğun babası ile arasında geçen diyalogdan bahsetmek isterim.
Bayramın ilk günü bir ailenin bahçesinde keseceği dananın fotoğraflarını çekmek için evlerine misafir oldum. Kesim zamanı yaklaştığında ailenin 7-8 yaşlarındaki torunu da yanımızdaydı. Çocuğun babasına “İsterseniz çocuğu eve çıkarın kesim anını görmesin” dedim. Babası “Bir şey olmaz, o da erkek alışsın dedi.” Çocuk şahit olduğu o anları kendisine öğretilenlerin yanı sıra sorularıyla anlamlandırmaya çalışıyordu. İnsanlar tarafından kontrol altına alınmaya çalışan dana kendisini kurtarmak için çırpınırken, “Baba neden size tekme atıyor?” Diye sordu. Bir süre sonra kontrol altına alındığında “Seni yemek zorundayız dana” dedi. Hayvanın kesilip parçalara ayrıldığı anları tamamen izledi. Zaman zaman büyüklerinin onun eline verdiği et parçalarını taşıdı. Kesim işlemi bittikten sonra ve hayvan figürü tamamen ortadan kalktığında babasına, “Dananın mezarını neden yapmıyoruz?” diye sordu. Babası ise gülerek “Dananın mezarı senin miden olacak oğlum” dedi. Çocuk, dananın eti için kesildiğini bildiği halde dakikalar önce hayatta olan dana ile tabağına gelecek yemek arasında ilişki kuramamıştı. Aslında hepimiz küçüklüğümüzde bunun gibi sorular soruyoruz. İçine doğduğumuz kültürün doğruları zamanla bu soruları cevapsız bırakarak ortadan kaldırıyor.
Deniz: Geçtiğimiz kurban bayramında ben de Manisa, Turgutlu bölgesinde hayvan pazarı ve kurban kesimi fotoğraflarını çektim. Çiftlik hayvanlarını fotoğraflarken farkettiğim şey, meraklı bir şekilde objektife bakmaları oldu. Hatta çekim yaptığım yerde hayvan kesimi diğer koyunların önünde gerçekleşti. Ve bu anlara da gözlerini ayırmadan baktılar. Koyunlarla yapılan bir çalışmada insanları ve diğer koyunları yüzlerinden tanıdıkları, 2 yıldan fazla bir süre 50 koyunun yüzünü hatırlayabildikleri ortaya çıkmış. Merkezi sinir sistemi gelişmiş canlılardan bahsediyoruz. Her yerin kırmızıya bulandığı anlarda, aslında o günün öznesi olan ve bizim daima nesneleştirdiğimiz hayvanlar nasıl davranıyorlardı? Gözlerinde, nefes alışverişlerinde, birbirleriyle olan ilişkilerde, psikolojilerinde nasıl değişimler gözlemledin?
Havva: Bunu söylemek bile garip geliyor bana ama hayvanlar her şeyi hissediyorlar. Sevgi, öfke, korku, acı... Sadece kendi deneyimlerini de değil çevresinde olup bitenleri de algılıyorlar. Ben de çekim yaptığım her alanda hayvanların beni ve çevresindeki diğer hayvanları meraklı gözlerle izlediğine şahit oluyorum. Kurban bayramında da korkulu gözlerin beni izlediğini, takip ettiğini her an hissediyordum. Çekim yaptığım alanlardaki hayvanların tepkilerinde ortak pek çok şey vardı. Bayram günü öğle saatlerinde çadırlarda, ağıllarda kalan hayvanlar kesim anlarını görmeseler bile birer birer eksildiklerinin farkındalardı. Hızlı hızlı nefes alıp, boyunlarını çekiştirerek iplerini koparmaya çalışıyor, bağırıyorlardı. Birçoğunun burunlarından terler, gözlerinden yaşlar akıyordu. Kesim sırası gelen hayvan kesim alanına gitmemek için direniyor, boyunlarına bağlanmış iplerle çekiştirilerek götürülüyordu. Hayvanların tepkilerini gören tek kişi de ben değildim. Bazı insanlar da kesim sırasını bekleyen hayvanın bağırışlarını ve kendini kurtarmak için çabaladığını fark edip, onları yatıştırmaya çalışıyordu. Hayvanların başlarını okşayıp, elleriyle ve çuvallarla gözlerini kapatan insanlar vardı.
Deniz: Gerçekliğin bu denli içindeyken, bir çok insanın bakmak istemediği kafasını çevirdiği ânı yerinde yaşarken kadrajını, ISO’nu, diyaframını ve enstanteneni nasıl ayarlıyorsun? Gözlerinin önünde gerçekleşen vahşet, ellerinin arasında iyi yönetmek sorumluluğuyla tuttuğun fotoğraf makinen, kokudan ve gördüklerinden etkilenmiş miden, acı çekene yardım etme isteği uyandıran empati yeteneğin ve çok daha fazla duygu çalkantısı ânında iyi bir fotoğrafı nasıl çıkartıyorsun?
Havva: Bu alanlarda vegan kimliğimden çok fotoğrafçı kimliğimle var oluyorum. O anda, o alanda fotoğraf makinemle bulunmak beni hem kendime hem de
hayvanlara karşı sorumlu hissettiriyor. Oradaki önceliğim fotoğraf çekmek oluyor ve sadece ona odaklanmaya çalışıyorum. Çoğunlukla fotoğraf makinem olayla aramda duran bir kalkan gibi koruyor beni. Ama tabii bu her zaman mümkün olmuyor. Vücudumun soğuk soğuk terlediği, nefes alışverişimle vizörümün buğulandığı pek çok an var. Çektiklerim kadar çekemediğim fotoğraflar da var.
Deniz: Gelelim sonrasına .. post travma anları. Yarattığı öfke ve çaresizlik hissi .. sende nasıl yaşanıyor? Ve nasıl başa çıkıyorsun?
Havva: Bir süre hiçbir şey yapmak istemiyorum. Fotoğraf çekme odaklı olduğum için yaşadıklarımı o anlarda değil sonrasında daha çok idrak ediyorum. Özellikle fotoğrafları bilgisayara aktarıp ilk kez baktığım an bir izleyici olarak da yüzleşiyorum yaşananlarla. Bazı anları o kadar çok reddetmiş oluyorum ki bilgisayar ekranında gördüğümde sanki kendim çekmemiş gibi hissediyorum. Açıkçası nasıl başa çıktığımı tam olarak bilmiyorum. Fotoğrafın hak mücadelelerindeki rolü, bana güç veriyor. Hayvanların neler yaşadıklarını öğrendikçe hissettiğim öfke ve çaresizliği, bu yaşananları görünür kılmak için üretime dönüştürebiliyor olmak iyi geliyor. Süt çiftliklerinde çekim yaptığım dönemlerde Patrice Jones’un Artçı Şok: Şiddet Dolu Bir Dünyada Tramvayla Baş Edebilmek adlı kitabında okuduğum bir cümle sonrası rahat bir nefes aldığımı hatırlıyorum. “Umut etmenin ne kadar zor olduğunu ve sizi diğer herkesten ayırıyormuş gibi görünen uçurumdan karşıya inançla sıçramanın ne kadar gerekli olduğunu biliyorum.”
Deniz: Yazar Jay Prosser Fotoğrafın Krizi: Vahşeti fotoğraflamak isimli kitabın girişinde, vahşeti fotoğraflamanın her zaman temsile dair etik bir kriz içerdiğini söylüyor ve soruyor “vahşeti fotoğraflamak iyi midir kötü müdür? Bir işe yarıyor mu yoksa daha mı fazla zarar vermektedir?” Ve sonuçta karar kıldığı nokta fotoğraf ve vahşetin çözmemiz gereken bir düğüm olduğu yönünde. İlerleyen cümlelerde vahşet fotoğraflarının bizden cevap beklediği yönünde bir söylem var. Sanırım en fazla katıldığım cümlesi bu. Sen ne düşünüyorsun bu konuda?
Havva: Vahşetin ortadan kaldırılabilmesi için ilk önce görünür olması gerekiyor. Bu noktada fotoğrafların büyük bir rolü var. Fotoğrafların bizden cevap beklediğine ben de katılıyorum, izleyiciye yaşananlar hakkında sorgulama sorumluluğu yüklediğini düşünüyorum. Tabii zarar verdiği durumlar da olabilir, bu fotoğrafa ve izleyiciye göre değişebilir. Bu noktada vahşet fotoğraflarının nitelikli olmasının gerekliliği öne çıkıyor. Fotoğrafların sadece olayı apaçık göstermesi değil, olayın öznesinin yaşadıklarını hissettirebilmesi gerekiyor. Bakanın başını çeviremeyeceği kadar etkili bir fotoğrafın, değişimi başlatabileceğine inanıyorum.
Bir süt çiftliğinde düzinelerce inek beton zeminli kapalı bir alanda yaşıyor. Bu çiftlikteki inekler tüm günlerini kapalı alanda, yataksız kafeslerde geçiriyor. Bu ağılın beton zemini dışkı ve idrarla kayganlaşmış durumda. Türkiye, 2022. Havva Zorlu / We Animals Media
Deniz: We Animals Media kurucusu Jo - Anne McArthur’un fotoğrafçı Nick Brandt ile yapmış olduğu röportajda Brandt’in bir cümlesi beni çok etkiledi. Şöyle diyordu; “Size ve aynı alanda çalışan diğerlerine hayranlık duyuyorum. Savaş fotoğrafçıları gibisiniz, fakat her zaman kaybedeni çekiyorsunuz.” Belki bir gün insan bilinci ve farkındalığı olması gerektiği şekilde ve sayıda yükselir de hayvan sömürüsünden vazgeçen bir toplumda kazanan tarafta oluruz diye ümit ediyorum. Çok ütopik mi geliyor kulağa?
Havva: Ne yazık ki bugün çok ütopik geliyor. Ama bir koyunun başını okşarken tutunabildiğim tek şey de bu ütopya. Bu konuda umudum olmasa hayvanların acılarını görünür kılmak için nasıl çabalayabilirdim bilmiyorum. Çok acı var. Sokakta, fabrikada, mezbahada, laboratuvarda, çiftlikte... Her yerde. Kazanamayacağız belki ama kaybetmemek için uğraşmaya da devam edeceğiz.
Deniz: Son soru olarak tüm merakımla önümüzdeki günlerde hangi hayvanları çekeceğini, hangi alanda belgesel fotoğraf üreteceğini sormak istiyorum. Çünkü süt çiftliklerinde, mezbaha ve kurban kesim yerlerinde yaptığın çekimler çok vurucu. Odaklanmak ve üstüne çalışmak istediğin diğer konuları da merak ediyorum doğrusu.
Havva: İnşa ettiğimiz bu insan merkezli dünyada hayvanları kullanmadığımız çok az yer var. Sadece hayvansal gıda amacıyla da değil, deney, kozmetik, eğlence gelenek, görenek, inanç gibi pek çok amaçla hayvanlar esaret altında yaşıyor, acılar çekiyor ve öldürülüyorlar. Önümüzdeki günlerde özellikle arılar ve petshoplarda satılması için üretilen hayvanlar üzerine çalışmak istiyorum. Bunların dışında erişebildiğim her türlü ortamda fotoğraflar çekmek, tüm türlerin yaşadıklarını göstermek istiyorum. Anlatmamız gereken çok hikaye var.
Deniz: Deneyimlerini, duygularını ve gözlemlerini benimle paylaştığın için çok teşekkür ediyorum.
Nisan 2023
Comments